top of page

Spontaniteden Kopuş


ree
                        

                                                                                  “ah kimselerin vakti yok
                                 durup ince şeyleri anlamaya”
                                               Gülten Akın


 
İnsan, özünde spontandır. An’da var olur, an’da kararlar alır ve an’da üretir.

İnsan yavrusu keşif ve merak güdüsüyle doğar. Onun için her nesne, her kişi, her olay, her duygu yenidir. Davranış literatüründe çeşitli durumlara verilecek uygun davranış kalıpları listesi yoktur. Dolayısıyla her tepkisi doğal ve spontanedir.

Büyüdükçe bu kendiliğindenliğin üzeri örtülmeye başlanır. Spontanlıktan uzaklaşmak, her zaman zorunlu bir kader değildir ama çoğu insan için kaçınılmaz bir gidişat olur. Bunun miktarı kişiden kişiye, yaşadığı olaylar neticesinde değişkenlik gösterir.

Çocuğun duygusal kapasitesi, duygularını yaşamasına fırsat verildikçe gelişir. Başlangıçtaki keşif ve merak güdüsü, birçok duyguyu deneyimlemesine imkan sunar; gördüğü her şeye uzanmak ister, her sesi merak eder; her duyguyu ilk kez tadarken kendi içinde bir anlam yakalamaya çalışır. Bedeni gibi duygu dünyası da canla başla büyümeye çalışıyordur.

Bu anlam yaratma süreci ne kadar sekteye uğrarsa, çocuk da duygularını tanımakta o kadar zorlanır. Eğer çevresi tarafından yavaşlatılmazsa, duygularını bastırmak zorunda kalmaz ve keşfedebilir. Ama eğer sürekli olarak uslu durması, susması, uyum sağlaması konusunda uyarılırsa; merak duygusunu dizginlemesi gerektiği mesajını alır ve kendi öz istek ve ihtiyaçlarına yabancılaşmaya başlar. Çünkü çocuklarının duygularını özgürce yaşaması, kimi aile yapıları için tehlike arz eder: Duygularını özgürce yaşayan insan spontandır, bireyleşmiş bir insandır.

Ebeveynler yeterince sağlıklı bir ruhsal yapıya sahip değillerse, destekleyici davranamazlar çünkü çocuklarının kendiliğini izlemesi, kendi yolunu kendi iradesiyle çizme girişimlerinde bulunması, onlarda terk edilmişlik duygusu yaratabilir. Bu nedenle, çocuğun her bireyleşme girişimini baltalayacak duygusal tehditlerde bulunabilir ebeveyn.

Bu bazen sözel bir tehdit olur, bazen ayıplama gibi bir bakış, hatta aniden sevgiyi geri çekmek gibi daha sessiz ama güçlü tepkilerle kendini gösterir.

Çocuk için bu sinyaller çok nettir: “Kendim gibi olursam sevgiyi kaybedebilirim.”
Böylelikle çocuk zaman içinde bir seçim yapmak zorunda kalır: Duygularıyla birlikte hareket etmeyi mi sürdürecek, yoksa onlardan uzaklaşıp çevresine uygun davranışları mı yerine getirecek? Bu seçim çoğu zaman bilinçli değildir; koşullar neye izin veriyorsa süreç o yönde gelişir.

Yeterince sağlıklı ve destekleyici bir aile ortamına doğmadıysa muhtemelen ikinci seçeneği tercih edecek ve uyumlu ama kendiliğinden vazgeçmiş bir yapı geliştirecektir.

Bunun anlamı şudur ki; kendini keşfetmeye ve potansiyelini gerçekleştirmeye yönelik attığı her adımın arkasında bir tehdit duygusu belirecek çünkü içten gelen her dürtü, bir zamanlar en önemli ilişkileri riske atmıştı.

Ne yazık ki bilinçdışında zaman kavramı yoktur. Çocukluktaki tehlike, yetişkinlikte de aynı dehşetiyle hissedilebilir.

Bu nedenle kişi, yetişkin olduğunda bile kendi isteklerinin peşinden gitmekte zorlanabilir. Karar vermek, adım atmak, sadece bir yön seçmek değil; aynı zamanda reddedilme, yalnız kalma ya da sevilmeme riskini yeniden göze almaktır. Kendi oluşuna doğru atacağı her adım, bilinçdışında eski bir korkunun gölgesinde kalır. Ve kişi, farkında olmadan kendi hayatında figüran olur.

İnsan, özünde spontandır ve spontanitesinden uzaklaştığı her an acı çeker.
 
 
 

Yorumlar


İletişim

Sorularınız için bana ulaşın.

Klinik Psikolog Gizem Türker

gizemturker@gmail.com

+905555620715

© 2035 by Modern Mindful Therapy. Powered and secured by Wix

bottom of page