top of page

Yavaşlamak Üzerine


ree

“Doğa acele etmez, yine de her şey olur.”  

     

  Lao Tzu (Tao Te Ching)

 

 

Sabahki koşturmacam bittikten sonra kahvemi masama koyup oturuyorum. Kahvemin buharını izlemekle telefonuma uzanmak arasında kararsız kalıyorum. Aslında uzun zamandır sadece koşturduğumu fark ediyorum. Bu durumun çevremdeki herkes tarafından normalleştirilmiş olduğunu, hepimizin her yere koşarak gittiğini, hiç kimsenin pek de durmadığını fark ediyorum ardından.


“Belki sadece uyuduğumuz zamanlarda” diye geçiriyorum aklımdan ama sonra uyku saatlerimizin de önemli ölçüde azaldığı, uykuya vakit ayırmaktan kaçındığımız geliyor aklıma.


Oysaki uyku, sinir sistemimizi yatıştıran en önemli evresidir bir günümüzün. Uykuya geçerken bedenimiz istemsizce bir yavaşlama ritüeli başlatır. Kalp atış hızımız düşer, parasempatik sinir sistemimiz devreye girer. Kortizol azalır, melatonin artar. Beyin, gündüzün gürültüsünden sıyrılıp kendini temizlemeye başlar.


Bu süreç yalnızca bir dinlenme zamanı olarak işlev görmez; aynı zamanda gün içinde edindiğimiz duygusal yüklerin ve geçmişteki sıkıntılı deneyimlerimizin beyinde yeniden düzenlendiği bir alan açar. Rüyalar, bu işlemlemenin görünür yüzüdür; zihin, sindiremediği yaşantıları semboller aracılığıyla anlamlandırmaya çabalar.


Uyku bedenin yavaşlama haliyken, sessizlik de ruhun yavaşlama halidir. Sosyal ilişkiler, beslendiğimiz temel kaynaklardan biri olmasına rağmen, yalnız kalıp durmaya ve susmaya da ihtiyaç duyarız. Çünkü dış dünyanın sesleri durduğunda, bu defa iç dünyanın sesleri duyulmaya başlar.


Terapi odasında da kimi zaman sessizlik anlarını deneyimleriz. Hem terapist olarak, hem danışan olarak bazen durmaya, sessiz kalmaya ve kendi içimize bakmaya ihtiyaç duyarız. Veya sadece sessizliğe izin vermeye ihtiyaç duyarız.


Terapi odasındaki bu sessizlik anları bazen rahatsız edicidir; terapist veya danışan sessizliği bozma ihtiyacı duyabilir. Çünkü sessizliğe tahammül edebilmek de farklı türde bir kapasite gelişimiyle ilintilidir. Fakat tam da bu anlarda bastırılmış duygular yüzeye çıkma şansı bulur. Çünkü sessizlik doldurulması gereken bir boşluk değil, bir taşıyıcı alandır. Sessizliğe tahammül edebildiğimiz ölçüde sosyal ilişkilerimiz daha sağlıklı hale gelir, spontanlaşır.


Terapistin sessizliği, danışan için bazen en derin eşlik biçimidir. Danışan, bu sessizlikte kendi duygularının yankısını duyar. Sessizliğe izin verebilmek, her iki taraf için de bir tür cesarettir; orada artık rol değil, gerçek benlikler konuşur ki terapide esas ulaşmak istediğimiz nokta tam olarak burasıdır: Birbirini anlamaya gerçekten hevesli iki insanın kurduğu doğal ilişki.


Bu doğallık, zarar veren savunmaların yavaşça çözülmesine, gerçeklerin içtenlikle konuşulmasına zemin hazırlar. Burası, aceleye yer olmayan, dönüşümün sessizce başladığı andır. 


Sessizlik, acele etmeden var olmanın sanatıdır. Dünyanın hızına karşın, kendi içimizin ritmini duymayı hatırlattığında, hayat yavaşça derinleşir. Kendimize izin verdiğimiz her an, bu alanın kapısı açılır.

 

 
 
 

Yorumlar


İletişim

Sorularınız için bana ulaşın.

Klinik Psikolog Gizem Türker

gizemturker@gmail.com

+905555620715

© 2035 by Modern Mindful Therapy. Powered and secured by Wix

bottom of page